Mecazla ilgili sanatlar


• Teşbih

• İstiare (Eğretileme, ödünç alma)

• Kinaye

• Mecaz

• Teşhis (Kişileştirme)

• İntak (Konuşturma)


Teşbih (Benzetme)


• Anlama güç katmak için, aralarında gerçek ya da mecaz, çeşitli yönlerden ilgi, benzerlik bulunan en az iki varlıktan zayıf olanı nitelik bakımından güçlü olana benzetme sanatıdır.

• Özellik bakımından birbirine denk iki varlık arasında benzerlik ilişkisi kuruluyorsa buna teşabüh denir.

• Şairler, kendilerini etkileyen bir olay veya varlık karşısında heyecanlanır, bu heyecanı daha kuvvetli ve tesirli anlatabilmek için, o ruh hâlini okuyucuda daha iyi canlandırabilecek benzetmeler yapma yoluna giderler. Bunun sonucunda da teşbih sanatı meydana gelmiş olur.


Ayrıntılı (mufassal) teşbih: Benzetmenin bütün öğelerinin bulunduğu teşbih çeşididir.


• Ahmet Paşa, gül yüzlü [teşbih-i beliğ] güzel hakkında yazdıklarıyla mektubu yaprak gibi titreten kalemin ne yazdığını merak ettiği aşağıdaki beytinin ikinci dizesinde benzetme öğelerini topluca kullanır.


Ne yazdı gül yüzün vasfında hâme

Ki yaprak gibi titrer idi name


Vasf: Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl. Bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak tarif etmek

Hame: Kafatası, başın üst kısmı.

Hame: Yaş ot demeti, taze ekin destesi, bir sap üzere bitmiş taze ekin. Havası bozuk hastalıklı yer.

Hâme: f Yontulmuş kalem.

Hame: Uzun müddet su ile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık.


Kalem, gül yüzün hakkında ne yazdı ki mektup, yaprak gibi titredi.






Dem-be-dem bülbül gibi ben zâr zâr ağlayayın

Sen ferâgat gülşeninde âlemi güldür bana


Dembedem: f Bazan. Vakit vakit. Arasıra. Durmaksızın

Feraga(t): a Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. Boşalmak, hâlî olmak.

Gülşen: f Gül bahçesi. Güllük.


Ben dembedem (durmaksızın) bülbül gibi zâr zâr ağlayayım, sen de

feragat bahçesinde âlemi bana güldür.



Kısaltılmış (mücmel) teşbih: Benzetme yönünün bulunmadığı teşbihtir.



Miyânın rişte-i cân mı gümüş âyîne mi sînen

Binâgûşunla mengûşun gül ile jâledir gûyâ


Miyân: Orta, ara, vasat, meyan.

Rişte-i can: f can ipliği

Âyîne: ayna

Sîne: göğüs

Binâguş: kulak tozu. Kulak memesi.

Gûyâ: sanki

Jâle: çiğ tanesi

Belin can ipliği mi, göğsün gümüşten yapılmış ayna mı? Kulağınla

küpen sanki gül ile çiğ tanesidir.


Pekiştirilmiş (müekked) teşbih: Benzetme edatı bulunmayan teşbihtir.


• Necatî aşağıdaki beytinde gül bahçesindeki gülü kulağa, goncayı dehene (ağız) benzetmiştir. Benzetme yönü ilkinde “işitmek”, ikincisinde “demek"tir.





Hüsnün sıfatın tâ kim diye işide dâyim

Gülşende gül ü gonca gûş u dehen olmuşdur


Gûş u dehen: kulak ve ağız


Senin güzelliğinin özelliklerini deyip işitmek için gül bahçesindeki gül

kulak, gonca ağız olmuştur.


Teşbih-i beliğ: Teşbihin sadece temel iki unsuruyla, benzeyen ve benzetilenle yapılan benzetmelere denilmektedir.



Kad kıyamet gamze âfet zülf fitne hat belâ

Âh kim ben hüsnünün bunca belâsın bilmedim


Kad: Boy pos

Âfet: Son derece güzel

Hat: ayva tüyleri

Hüsn: güzellik

Belâ: Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye.


Sevgilinin boyu kıyamet, bakışı afet, saçları fitne, ayva tüyleri beladır. Ah, güzelliğin bunca belasını bilemedim.


Hâl kâfir zülf kâfir çeşm kâfir elâmân

Ser-be-ser iklim-i hüsnün kâfiristan oldu hep


Elâman: Meded, aman, imdâd (mânasına olup yardım ve şikâyet edâtı olarak kullanılır).

Çeşm: Göz. Ayn. Dide.

Kâfir: Hakkı görmeyen ve örten, iyilik bilmeyen

Kâfiristan: kâfir memleketi


Yüzündeki benin kâfir, saçın kâfir, gözün kâfir eyvahlar olsun. Güzelliğin ülkesi baştan ayağa kâfir memleketi oldu.


İstiare: Bir şeyi kendi adının dışında, çeşitli yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anmadır. Bu iki yönlü özelliğe göre, bir istiarede şu üç niteliğin bulunması gerekir:


• İlgili kelimenin (istiare yapılacak kelimenin) gerçek anlamının dışında herhangi bir kavram ya da nesneye ad olması.

• İlgili kelimenin kendi gerçek anlamında kullanılmasının imkânsız olması ve bunu gösteren bir engelleyici ipucunun (karine-i mânia) bulunması.

• İlgili kelimenin benzetme amacının bulunması. Açık istiare (istiare-i musarraha): Benzetme öğelerinden kendisine benzetilenin (müşebbehünbih) söylenmesiyle yapılan istiaredir. Bu tür istiarelerde benzeyen (müşebbeh) söylenmez.


Sünbüllerini mâtem edüp çözsün ağlasun

Dâmene döksün eşk-i firâvânı kûhsâr


Dâmen: Etek, kenar, taraf, zeyl, elbise veya dağ eteği

Kûhsâr: dağ, dağ tepesi, dağlık.


Dağlar yas tutup saçlarını çözsün, ağlasın; gözyaşlarını eteğine döksün.


Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden

La'lin öpdürmek bu hâletle muhâl olmuş sana


Bûse (öpüş) kelimesindeki sin harfinin dişlerinden dudakların yaralanır. Bu suretle dudağını öptürmek senin için imkânsız olmuştur.


Kapalı istiare (istiare-i mekniyye): Benzetme öğelerinden benzeyenin (müşebbeh) söylenmesiyle yapılan istiaredir.

Bu tür istiarede kendisine benzetilen (müşebbehünbih) söylenmez.


Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecride girdiler

Bâd-ı hazan çemende el aldı çenârdan


Bağın ağaçları tecrit hırkasına girdiler; hazan rüzgârı çimende çınardan el aldı.


Açık istiare: Sadece kendisine benzetilenle (müşebbehu bih-müstearı minh) yapılan istiaredir. Bir sözcüğün yerine benzetme amacı güderek başka bir sözcük kullanmaya denir.


Kadem kadem gece teşrifi o mehin

Cihan cihan elem-i intizâre değmez mi

Nailî

Ey Naili! O ay yüzlü sevgilinin, gece vakti, sana doğru adım adım gelişi dünyalar dolusu acı çekmeye, beklemenin elemine, dünyalarca eleme değmez mi?


Kinaye: Bir sözü, gerçek anlamının da kastedilmiş olması mümkün olmakla birlikte, esas anlamı dışında kullanmaktır.

• Kinayeli kullanılan bir söz ya da kelime grubunun bir gerçek, bir de mecazî olmak üzere iki anlamı olmalıdır.

• Kinaye sanatının meydana gelebilmesi için mecazî anlamın kastedilmiş olması gerekir.

• Mecaz, iham ve tevriye sanatlarıyla benzer yönleri olmakla birlikte kinaye, açıkça söylenmesi uygun olmayan duyguları ifade etmeye yarayan bir sanattır.


Tevriye ve İham

• Tevriye ve iham sanatları birden çok anlamı olan sözcükler üzerine kurulur.

• Birden fazla anlamı olan bir sözcüğün, bir dize ya da beyit içinde uzak anlamım kastetmek tevriye, bütün anlamlarını kastederek kullanmak ise iham sanatıdır.

• Edebî sanatlarla ilgili kitaplarda tevriye, iham, istihdam başlığı altında verilen örneklerin bile karıştığı olur.

Bunca zamân lebin içün saçın karanusundayım

Âb-ı hayât kandadır sorayım ondan öleyim

Bunca zamandır dudağına ulaşayım diye saçının karanlıkları içinde dolanıp duruyorum. Ab-ı hayat nerededir diye sorayım, ondan sonra öleyim.

Kadı Burhaneddin, bu beytinde “kandadır” ve “sorayım” sözcüklerini iki ayrı anlamda kullanmış olmakla birlikte, ilkini her iki anlamıyla ikincisini ise “sormak” fiilinden ziyade, uzak anlamdaki “emmek” anlamını kast ederek kullanmıştır. Birden çok anlamı olan kanda ve sormak sözcüklerinin ikinci anlamları dikkate alınarak yapılan bir yorumlamada âb-ı hayat (bengisu) dudak olmaktadır. (istiare). Ayrıca “karanu” (zulûmat, karanlıklar ülkesi) ve âb-ı hayât sözcükleri Hızır ve İlyas’ı hatırlatmaktadır (telmih).

Bâkî gözünden eyle hazer sorma leblerin

Zinhâr gâfıl olma şarâbın yasağı var

Bâkî, sevgilinin dudaklarını gözünden bile sakın onları sorma. Sakın ihtiyatsız olma çünkü şarap yasağı var.


Baki bu beyitte sevgilinin dudaklarını rengi sebebiyle şaraba benzetmiştir. Fakat şarap, padişahın fermanıyla yasaklanmıştır. Şair dikkatli davranılması gerektiğini ve bırakın şarabı, sevgilinin şaraba benzeyen dudaklarının bile sorulmaması gerektiğini söylemektedir. Baki’yi bu kadar ihtiyatlı olmaya iten sebep ise şarap yasağının çok şiddetli olmasıdır.

Bâkî çemende hayli perîşân imiş varak

Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan

Ey Baki! Yaprak, kırlarda hayli perişan olmuş oradan oraya savrulmakta. Sanki rüzgârdan veya zamandan bir şikâyeti var gibi.

Kendi derdim kor elin derdine ağlar gezerim

Lâlenin dâğı gülün âteşi yandırdı beni

Kendi derdim kor elin derdine ağlar gezerim. Lâlenin dağı gülün ateşi yandırdı beni.

İstihdam

• Birden çok anlamı olan sözcüğü, beyit içerisinde bütün anlamlarıyla ilgili ibarelere yer vermek suretiyle kullanmaktır.

• Bu sanatın iham ve tevriyeden farkı şudur: İham ve tevriyede birden çok anlamı olan sözcüğün tekrarı, sözcüğün diğer anlamlarıyla ilgili söz veya söz gruplarının kullanılması gerekmez.

• İstihdam sanatında beyit veya mısrada kelimenin diğer anlamlarını dolaylı olarak değil, doğrudan çağrıştıracak ifadelere yer verilir. Ayrıca sözcüğün mecazî anlamlarından yararlanılır.

Ayağa düş dilersen başa çıkmak

Onunla başa çıkdı câm-ı sahbâ

Bu beyitte “ayag” ve “başa çıkmak” kelimeleriyle istihdâm yapılmıştır. Ayag, birinci mısra’da “ayak”(insan uzvu)”, bu manaya işaret eden kelime ise “baş”tır. İkinci mısrada “anınla” zamiri ayağa racidir ve “kadeh” manasındadır. Bu manaya işaret eden kelime ise “câm-ı sahbâ’dır. “Başa çıkmak” tabiri ise birinci mısra’da “terakki etmek”,”sadra geçmek”, ikinci mısrada “dimağa etki etmek, sarhoş olmak” manasınadır.


Hayalî

Açıl ey fasl-ı dey sen gül-sitânlardan açılsın gül

Terennüm eyle bülbül mutrıbım çengim rebabımsın

Nedîm

Ey kış mevsimi! Gül bahçelerinden uzaklaş da gül açılsın. Bülbül, sen de terennüm eyle. Sen benim çalgıcım, çengim, kemençemsin.

Mübalağa (Abartma)

• Tebliğ: Eriştirme, duyurma, bildirme; abartmalı söyleyiş

Memleket meşşata-i adliyle ziynet-yâb olur

Saltanat pirâye-i hulkuyla hüsn ü ân bulur Nef'î

• İğrak: Gark etme, suda boğma. Sözü akla uygun fakat göreneğe aykırı biçimde kullanmak.


Âh eylerim sadâ-yı bülend ile her seher

Halk uyanıp sanır ki müezzin ezân verir

Sürûrî


• Gulüv: Aşırılık, taşkınlık. Mübalağanın en aşırı düzeyidir.

Güllü dibâ giydin ammâ korkarım âzâr ider

Nâzeninim sâye-i hâr-ı gül-i dibâ seni

Nedîm

Ey benim nazlı sevdiğim, üzerine güllü bir elbise giymişsin ama o elbisenin üzerindeki gülün dikeninin gölgesi seni incitir diye korkarım...


Hüsn-i talil (Güzel yorum)

• Bir olayın gerçekleşme nedenini (anlatıma incelik, hoşluk katmak için) aslından farklı olarak, hayalî, şairane ve güzel bir sebebe bağlama sanatına hüsn-i talil denir.

• İleri sürülen sebep kesin bir yargıya dayanmalıdır ve buna şairin kendisi de inanmış izlenimi vermelidir.

Sünbülünden sanemâ şemme-i bûy almağ içün

Misk sevdâya düşüp külbe-i attâra gider

Ahmed Paşa

Ey put gibi güzel sevgili! Sümbüle benzeyen saçlarından bir parça güzel koku almak için misk, sevdaya düşüp (karalara bürünüp) aktar dükkânına gider.

Olmadı tenhâca bir işret çemende yâr ile

Üstüme göz dikti nergisler nigeh-bân oldu hep

Nedîm

Yâr ile çimenliğin tenha bir yerinde işret edemedik. Nergisler üstüme göz dikti, hep gözetleyici oldu.

Şair, sevgilisiyle yalnız kalamayışını nergislerin gözcülüğüne bağlayarak hüsn-i talil yapıyor.

Tenhâ: Boş yer. Kimsesiz yer. Yalnız, tek.


Tezat

• Bir beyit veya mısrada anlamca zıt kelimelerin

kullanılmasına tezat denir.

• Zıtlık, kelimelerin gerçek anlamları arasında

olabileceği gibi mecazi anlamları arasında da

olabilir.

Ben şâirim o kâmet-i mevzûnu doğrusu

Sevmem desem de belki yalan söylerim sana

Nedîm

Ben şairim; o uzun ve güzel boyu sevmem desem de belki sana yalan söylemiş olurum.

Kâmet-i mevzûn : (f. s. t.) Uzun, düzgün boy. Mevzûn, vezinli demektir. Şairler mevzun sözü sevdikleri için, Nedim de, sevgilisinin bir şiir gibi ahenkli ve kusursuz boyunu sevdiğini söylüyor.


Ehl-i diliz felekde belâmız budur bizim

Tuttuk reh-i savâbı hatâmız budur bizim

Ehl-i dil: gönül ehli

reh-i savâb: doğru yol

Gönül ehliyiz sıkıntımız bu dünyada budur. Doğru yolu tuttuk (kusursa) budur kusurumuz.


Rücû (Geriye dönüş)

• Rücûnun sözlük anlamı; “dönme, geri dönme; cayma, sözünden dönme ve sözünü geri almadır.

• Bir edebî sanat olarak söylenen, ifade edilen bir duygu ve düşünceden dönmüş, vazgeçmiş görünerek, yeni görüş ve ifadelerle aynı duygu veya düşünceyi anlam yönünden daha da güçlendirmeye denir.

Kaddin libâs-ı sürh ile âfet değil midir

Âfet değil kızılca kıyâmet değil midir

Neylî

Ey sevgili, senin o servi boyun giyindiğin kırmızı elbiseyle bir âfet-şûh, çekici güzel; musibet, bela- değil midir; yok âfet değil - âfetin lafı mıdır- kızılca kıyamet değil midir?


Tecahül-i arif (Bilmezlikten gelme)

• Bilinen bir hususu, bir gerçeği nükteye dayandırarak bilmezlikten gelme davranışıdır.

• Şair, doğrudan söylemek istemediği şeyi dolaylı olarak anlatmaya ve mesaj vermeye çalışır.

• Tecahül-i arifte bir anlam inceliği gözetildiğinden sözde mutlaka nükte olmalıdır. Bu sanatın özünü teşkil eden nükte; neşelendirme, uyanda bulunma, hayret, şaşkınlık ve üzüntü bildirme amacıyla yapılmalıdır.

• Tecahül-i arifin oluşturulmasında teşbih, mübalağa ve istifham (soru sorma) sanatlarından yararlanılır.


Dikkatler ile seyr ederiz yârı ser-â-pâ

Görmez mi idik biz de eğer olsa vefâsı

Bakî

Yâri baştan (başa) ayağa dikkatle seyrederiz; eğer (o yârin) vefası olsa görmez miydik hiç?


Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmuş gözümde günbed-i devvâra su

Fuzulî

Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa

gözümden akan sular, gözyaşları mı şu dönen gök

kubbeyi kaplamıştır, bilemem…


İstifham (Soru Sorma sanatı)

• Anlatım daha etkili olsun diye sözü soru şeklinde düzenlemeye istifham denir.

• Soru şeklinde düzenlenen ifadelere cevap aranmaz. Sorunun cevabı yine kendisidir.

• Sözü, soru şeklinde söylemekten maksat, muhatabın konuya dikkatini daha çok çekmektir.

Ol perçemin nazîrini hâtırda mı gönül

Görmüş idin geçen sene sünbül zamanları

Nedîm


Tenasüp (Uygunluk)

• Bir konu üzerinde, aralarında türlü ilgiler bulunan en az iki kelime, terim ya da deyimi bir mısra ya da beyit içinde bir arada kullanma sanatıdır.

• Divan şairleri, tenasüp sanatını yaparken bilim terimlerini, mitolojiyi, tarih ve mesnevi kahramanlarını, hayvan, bitki ve çiçek adlarını, bunların dışındaki çeşitli konularla ilgili kelimeleri şiirlerinde bol bol kullanmış ve bu vesileyle de bir ifade ve anlam zenginliği gerçekleştirmişlerdir.

Dîdede âb başta hâk elde hevâ gönülde nâr

Derdimizin devâsı yok bulmadı kimse çâremiz

Emrî

Destîde kadehde doyamam görmeğe bârî

Ey gevher-i şeffâf senin mahzenin olsam

Nedîm

Gevher-i şeffaf: kadeh (şarap) şişesi


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Edebiyatında İlkler (81 Madde)

Türkü ve Özellikleri (Maddeler Halinde)

Süleymaniye`de Bayram Sabahı - Yahya Kemal Beyatlı